O(Allah) ki, sizi tek bir nefisten (Adem’den) yarattı. Ondan sükun bulması için, kendisinden zevcesini (eşini) yarattı. O zaman ki, onu örttü, o hafif bir yükle yüklendi ve onunla (o yükle) dolaştı. Arkasından ağırlaştı. Ve o ikisi, Rableri olan Allah’ı çağırdı: “Şayet bize bir salih (çocuk) verirsen, elbette biz, teşekkür edenlerden olacağız.” [Araf (7) / 189]
Kuran’da Adem ile Havva’nın hikayesi bu şekilde anlatılır. Yani, Allah önce Adem’i, daha sonra ise ona eş olarak Adem’in kaburgalarından Havva’yı yaratmıştır. Ancak, Kuran’da Havva ismi ile karşılaşmayız. Havva Kuran’da Adem’in eşi olarak tasvir edilir. Havva özel ismi Tevrat kaynaklıdır. Ama Tevrat’ın Adem ile Havva hikayesini ele alışı islamiyettekinden bariz derecede farklıdır. Tevrat’ta direk bahsedilmesede, yahudi dini kaynağı Talmud’a göre; ilk bölümde anlatılan Adem’in eşi Lilith, ikinci bölümde bahsedilen Adem’in eşi ise Havva”dır. İyi ama, kimdir bu Lilith?
İnanışa göre Lilith, Adem’in Havva’dan önceki eşidir. Tanrı Lilith’i de Adem gibi toprak ve kilden yaratmıştır. Bu nedenledir ki, Lilith Adem ile kendisini eşit görür. Adem’e itaat etmez, onun altına yatmak istemez. Sonuç olarak cennetten kaçarak Kızıldeniz’deki şeytanların yanına gider. İblis ile yaşadıkları yasak ilişkiler sonucu hergün 100 çocuk (bu çocuklar cin, şeytan, vampir, vb. olarak tasvir edilir.) doğurur. Tanrı, Lilith’in gidişinden sonra yalnız kalan Adem için onun kaburga kemiklerinden itaatkar Havva’yı yaratır. Adem hemen Lilith’i unutup Havva’ya sarılır. Bunun üzerine Lilith çok sinirlenir ve intikam almak için sevgilisi İblis’in şekline girerek cennete kaçak olarak girer. Havva’yı kandırarak, Adem ile Havva’nın yasak meyvayı yemelerini sağlar. Sonuç olarak, Adem ile Havva cennetten kovularak ölümlü olurlar. Ancak, Lilith yasak meyvayı yemediği için ölümsüz kalır. Daha sonra, Lilith ve Lilith’in çocukları Adem’in soyundan gelenlerin başına musallat olur.
Bu arada tanrı Lilith’i durdurmak için üç melek gönderir. Melekler Lilith’e eğer geri dönmezse hergün bir çocuğunu öldüreceklerini söylerler ve geri dönmediği, tanrıya ve Adem’e itaat etmediği her bir gün için bir çocuğunu öldürürler. Bunun üzerine Lilith, Adem ile Havva’nın soyundan gelenlerin çocuklarını öldürmeye başlar. Rivayete göre, erkekleri doğduktan 8 gün, kızları ise 20 gün içinde öldürmeye çalışır.
Lilith’in gizemli bir varlık olması onu bir çok efsaneye ve mitolojiye malzeme yapmıştır. Lilith ile ilk olarak, Gılgamış Destanı’nda gecelere ve yeraltının karanlıklarına hükmeden kötü bir dişi karakter olarak karşılaşırız. Sümer, Babil ve Pers mitolojilerinde ise Lilith; vampir kadın, baykuş ve yılan olarak tasvir edilir. Ayrıca eklemek istediğim bir diğer inanışa göre; Lilith geceleri Adem ve Havva’nın soyundan gelen erkeklerin rüyasına girer. Onlara erotik rüyalar göstererek spermlerini çalar. Daha sonra bu spermleri vampir, kurtadam, şeytan ve cin gibi kötü yaratıklar doğurmak için kullanır. Bu nedenlere bağlı olarak, Lilith için “Kutsal Fahişe” benzetmesi yapılır.
Bütün bunlara ek olarak, Lilith islamiyette yer almamasına rağmen, Türk Mitolojisinde “Albastı ya da Al Karısı” ismiyle kendine bir yer bulmuştur. Türklerde al basmasın diye lohusa kadının yanına Kuran konulur veya lohusa kadın kırmızı kurdela takar. Yine buna benzer olarak, lohusa kadın yalnız bırakılmaz. Çünkü, Lilith’in, yani Türk Mitolojisindeki ismiyle Al Karısının yeni doğan çocuğa zarar vermesinden korkulur
Sonuç olarak, Adem’in ilk karısı Lilith; feminismin ilk öncüsü, ataerkil topluma baş kaldıran ilk asi dişi olarak betimlenebilir. Ancak, bunların yanında bütün kötü varlıkların anası ve bizim soyumuzun düşmanıdır. Ayrıca, bu efsanevi hikayede Havva “Hebrew” olarak geçer. Buradan esinlenerek Kuran’da bahsedilen Adem’in eşine Havva ismi verilmiş olabilir.
Sümer’de Tapınak Fahişeliğine değinir ve bunun kadının görevlerinden biri olduğunu ve tapınaklarda seksin kutsal sayıldığını söyler.
Heredot da bu konuyu benzer bir şekilde anlatmaktadır.
Babilliler’in yüz kızartıcı adetlerinde; her kadın ömründe bir kez, Aphrodite tapınağında kendini yabancı birine sunar. Parasına güvenen ve kalabalığa karışmak istemeyen kadınlar, tapınağın yanına araba ile gelerek peşlerinde bir sürü hizmetçi olduğu halde bekler. Ama büyük çoğunluk; Aphrodite duvarları içerisinde, başları kurdele ile çatılmış oturur. Yerler gerili ipler ile bölünmüştür yabancılar önlerinde dolaşıp istediklerini seçerler. Bu duvarlar içerisine girip oturan kadın, bir erkek gelip de, tapınağın dışında onunla çiftleşmek için para atmadıkça evine dönemez; parayı atan, aynen şunları söylemek zorundadır: ‘Senin şahsında Tanrıça Mylitta’yı çağırıyorum.’ Mylitta, Aphrodite’nin Asurcasıdır. Kaç para verildiği önemli değildir; kadının kabul etmeme durumu da yoktur; çünkü bu durum kutsaldır. Kadın, kendisine ilk para atanın peşinden gider ve kim olursa olsun geri çeviremez. Birleşmeden sonra kadın, Tanrıça’nın gönlünü yapmış olarak evine döner ve bundan sonra ona ne verirseniz verin, bir daha baştan çıkartamazsınız.
Yaradılışın güzel bir yüz ve güzel bir endam vermiş olduğu kızlar çabuk döner evlerine; ama öyle olmayanlar, yasanın gereğini yerine getiremedikleri için tapınakta uzun süre bekler. Üç dört yıl bekleyenleri bile olur.
Eski kültürlerde, erkek inisiyasyonunun ayrılmaz bir parçası da Kutsal Fahişe ile yaşanan deneyimdir. Bu şekilde erkekliğe ilk adımını atan genç, hem ilk cinsel deneyimi yaşamakta, hem de kadınını mutlu edecek şekilde sevişmeyi öğrenmektedir.
Gılgamış Efsanesinde, Enkidu’nun fahişe ile beraber olduktan sonra uygarlaşması da bir inisiyasyona işaret etmekte; Kutsal Fahişe’nin ise inisiyatör rolünü göstermektedir.
Eski çağlarda bu kadar önemli olan Kutsal Fahişe, günümüzde o günkü anlamından tamamen uzaklaşmıştır.
Corbett Nancy bunu şöyle özetlemektedir:
Aslına bakılırsa, Kutsal Fahişe terimi mantıklı zihinlerimiz açısından bir çelişkiyi temsil ediyor; çünkü daha önce işaret ettiğimiz gibi, cinsel olanı tanrılara adanmış olanla bütünleştirmeye eğilimli değiliz. Dolayısıyla, bu tapınak rahibelerinin anlamını yakalayamıyor ve dişiliğin hayat dolu, doygun doğasını temsil eden imgeden uzak kalıyoruz. Bu imge olmaksızın, çağdaş kadın ve erkekler, çağdaş persona rollerimizi yaşamaya devam edecek, kutsal fahişe imgesini kuşatan duygu tonuna yerleşmiş yaşam bütünlüğünü ve duygu derinliğini hiçbir zaman tam olarak kavrayamayacaktır.
Gene de, kutsal fahişe bir gizem olarak kalıyor, büyük ölçüde bizim çağdaş tutumumuzun onun imgesinde çelişki olarak gördüğümüz şeyi anlamamızı güçleştirmesi yüzünden bunun dinsel ve ruhsal doğasının bütünleyici yönünü göremiyoruz.
Burada vurgulanmak istenen, ruhsal olan ile cinsel olanın birleşmesidir. Gündelik yaşamımızda bu iki önemli kavramı birleştirememek, gerek kadın gerekse erkek açısından cinsel sorunlara yol açmaktadır.
Eski çağlarda cinsel eylem, bir kutsallık taşımaktaydı. Doğa’nın yeşermesi, ürün vermesi aslında Tanrı ve Tanrıça’nın yaptığı ‘Hieros Gamos’ yani Kutsal Birleşme eyleminin bir sonucuydu ve her birleşme aslında bu kutsal eylemin tekrarıydı. Bu birleşmeden alınacak zevk ve coşku da aynı kutsallığı taşımaktaydı. Bu bağlamda, tapınakta yapılan cinsel birleşme eylemi de kutsallıktan bağımsız değildi. Bu seremoniyle Tanrı, Tanrıça ile birleşip bütünleşiyordu. Bu kutsallık da, Tanrı rolüne giren inisiyenin yaşamı boyunca devam ediyor.
Bu tür uygulamaların artık olmaması bir yana, cinselliğin ayıp ya da günah sayılması ve dejenereye uğraması, günümüzde yaşanan cinsel sorunların nedeni olabilir mi? Cinsel sorunların kişiyi bir birey yapamaması ile beslenen küresel kapitalizm ise, hem ahlak kuralları hem dinler vasıtası ile bu bozukluğun yayılmasını ve sapmaların daha açık olmasını hatta normalleşmesini sağlamakta. Böylece her türlü bozukluk aslında gündelik yaşamın bir parçası olmakta ve bunun sonucu olarak da birey olamamış kişiler düzenin sürmesine biyolojik katkıda bulunmaktadır.
Corbett şöyle devam etmektedir:
Yüzlerce yıl boyunca kutsal fahişenin temsil ettiği şeyi bastırmak; düş kırıklığına, tatminsizliğe ve nevroza yol açar. Bu kadın için olduğu kadar erkek açısından da bir sorundur; çünkü erkeğin dişiye yönelik bilinçli ya da bilinç dışı tutumu, üstünlük ya da küçümseme olursa, dış dünyadaki gerçek kadınlarla olduğu kadar kendi doğası ile olan ilişkisini de ciddi bir biçimde tehlikeye sokar.
Bu ifade kısmen doğru olmakla birlikte, kutsal fahişe imgesinin bastırılmasının nevroza neden olması görüşü, fazla Freud etkisinde olup bugün çok kabul görmemektedir. Bunu daha çok Kutsal Fahişe arketipi ile ilişkisinin kesilmesi ve günümüzde de bu arketipin, küresel kapitalizmin sembolleri ile farklı yönlere çekilip özünün kaybolması olarak kabul edebiliriz. İşte sorunlara yol açan bu mekanizmadır. Daha da açarsak; Kutsal Fahişe arketipinin en önemli özelliği kutsal olan ile cinsel olanın bir arada olması iken, kutsal olan; günümüz küresel kapitalizmiyle, cinselliğin bastırılmasından değil, daha da açık ve görünürleşmesinden, hatta sapkınlıkların normalleşmesiyle ortadan kaybolmuş ve ortaya Uzak Doğu’daki gibi doğasından uzak bir cinsellik çıkmıştır. Hieros Gamos, yerini swinger’lere bırakırken, cinselliğe bağlı bozukluklarda düzeni besler duruma gelmiştir.
Oysa kadının Tanrıça ile birleşmesi ve içindeki kutsalı tanıması ‘aynı şekilde erkek içinde Anima açısından geçerlidir bu’ Kutsal Fahişenin yeniden canlanmasına neden olacaktır.
Yine Corbett bu konuyu şöyle anlatmaktadır:
Tanrıça’yla bütünleşen kadının benliği, bütünlük arketipi ve kişiliğinin düzenleyici merkezi olan kendi dişil doğasının ilahi yönünü kavrayışıyla yükselir. Yaşamına hükmettirmek yerine, egosu benliği ile birlikte çalışır. En derin ihtiyaçları, içten gelen dürtü ve tutumlar yol gösterir ona. Dış koşullar tarafından kirletilmez ya da eleştiriden aşırı biçimde etkilenmez. Sözgelimi bedenini güzel bulur ve onun kısmen benliğinin bir tezahürü olduğunun bilincine varır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder